TÜRKİYE GENELİ

KORONA VİRÜS VERİLERİ

VAKA: 0
AKTİF VAKA: 0
ÖLÜM: 0
İYİLEŞME: 0

TÜRKİYE VE DÜNYA ÜZERİNDE KORONA VİRÜS VERİLERİ İÇİN

Ana Sayfa Yazarlar 16.12.2021 561 Görüntüleme
BİZE DE BANAZ’DA PİR SULTAN DERLER

BİZE DE BANAZ’DA PİR SULTAN DERLER

Ahmet ÖZDEMİR
Değişik zaman tünellerine ilişkin üç koca çınar, Pir Sultan, Ruhsati ve Aşık Veysel’i oyun olarak da yazdım. Sonra ikişer varyantını “Üçleme” adıyla kitap halinde yayınladım. Hiçbir yazımı, kitabımı, oyunumu, kapı kapı dolaşıp yayınlanmasını istediğim olmamıştır. İhtiyacı, arzusu olan ister, yayınlar, ücret söz konusu olmaz.
Bugün deyişleri, nefesleri yüzyıllardır dillerden düşmeyen, yalnız “Alevî-Bektaşî edebiyatının değil, Türk halk edebiyatının da en büyük şairlerinden biri Pir Sultan’ı anlatacağım. Yazı bir hayli uzun. Zamanınız oldukça okuyabilir veya daha sonra okumak için kopyala bilirsiniz.
Pir Sultan, beş yüz yıla yakın süreden beri tazeliğinden ve değerinden hiçbir şey kaybetmiyor. Gün geçtikçe daha çok sevip benimseniyor.
O halk dili ve edebiyatıyla beslenen, kusursuz söyleyişi, insan sevgisiyle dolu dünya görüşü ve lirizmiyle, inancı ne olursa olsun herkesin gönlünde, dilinde yaşayan bir halk ozanı…
Pir Sultan’ın çeşitli yönlerini anlatmaya başlamadan önce, Bir türküsünü sözlerini yazayım, sizler dostum arkadaşım Yıldızelili Ali Sultan’ın havandırdığı şekliyle duyduğunuzu var sayınız:
Bin cefalar etsen almam üstüme
Gayet şirin geldi dillerin dostum,
Varıp yadellere meyil verirsen,
Kış ola bağlana yolların dostum…”
İlahi olmaya yardan ayıran
Bahçede bülbüller ötüyor uyan
Kula gölge ise Allah’a ayan
Senden ayrılalı gülmedim dostum
Pir Sultan Abdal’ım gülüm dermişler
Bu şirin canıma nasıl kıymışlar
İster isem dünya malın vermişler
Sensiz dünya malı neyleyim dostum..
Pir Sultan, 1475-1480 yılları arasında Sivas ilinin Yıldızeli ilçesinin Çırçır bucağının Banaz köyünde doğdu. Asıl adı Haydar’dı. Soyu’nun, önce Hoy kasabasına, oradan İran’ın doğusundaki Türk yurdu Horasan’a, daha sonra Anadolu’ya göçerek Sivas’a yerleşen Türkmenlerden olduğu sanılmakta.
Söylencelere göre çocukluğu çobanlıkla geçmiş. Eğitimi tekke düzeyinde… Onun şiirlerinde Alevîlik ve Bektaşiliğin temel inanış ve ibadet şekillerine rastlamak mümkün. Deyişlerinden, tarihi, evliya menkıbelerini, tarikat kurallarını, peygamber menkıbelerini çok iyi bildiği anlaşılıyor…
Pir Sultan daha çocukluk yıllarında tasavvufun ince uzun yolunda kendini yetiştirmeye başlamış. Tarikat bilgileri edinmek için kulağını, gözlerini dört açmış. Erkân görgüsünü kavramaya, engelleri aşmaya, dört makamdan geçip, kırk kapıya ulaşmaya çalışmış çabalamış.
Yol gösterenlerin, akıl verenlerin öğüdünü tutmuş. Önceleri bir ikilem içinde kıvranmış. Zaman zaman teslimiyet halleri göstermiş. Türlü düşünceler girdabına kapılmış. Giderek arınmış, durunmuş, kir gibi benliğine yapışan kuşkuları atmış. Kimilerinin davranışları karşısında insanlığının isyanını diline, dilini sazının teline aktarmaya başlamış.
Tarihi kaynaklarda Pir Sultan’a ilişkin bilgiler bulunmuyor. Onunla ilgili söylencelerden ve şiirlerinden; yaşamını, çevre ilişkilerini, ailesini ve yaşadığı sıkıntıları yorumluyoruz. Pir Sultan’ın yaşadığı dönemde vergi memurlarının hakça olmayan davranışları karşısında halkın öfkesi büyümekteymiş. Bu öfke kıvılcımları önce Alevî-Türkmen halkı arasında çakmış olsa da giderek Sünni çiftçi halk arasında da yayılmakta gecikmemiş.
Bütünüyle düzenin bozukluğu, her şeye yansıyormuş. Olup bitenler karşısında Pir Sultan, kendisini tekkeye kapatıp, gözünü bağlamamış, kulağını tıkamamış.. O da köylülerin uğradığı baskı ve zulüm karşısında halkın düşüncelerini, kargışlarını taşlamalarında anlatmış, onlara moral ve umut vermiş:
Bu yıl bu dağların karı erimez
Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk
Kızılırmak gibi çağladım aktım
El vurdum göğsümün bendini yıktım
Gül yüzlü cerenin bağına çıktım
Girdim bahçesine gül bozuk bozuk
Elim tutmaz güllerini dermeye
Dilim tutmaz hasta hâlin sormaya
Dört cevabın manâsını vermeye
Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk
Pir Sultan’ım yaratıldım kul diye
Zâlim paşa elinden mi öl diye
Dostum beni ısmarlamış gel diye
Gideceğim amma yol bozuk bozuk
Pîr Sultan büyük bir olasılıkla, 16. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da ortaya çıkan ayaklanmaların içinde olmuştu. Sazını, sözünü silah olarak kullanmıştı. Ankara, Kırşehir, Yozgat, Tokat, Sivas, Erzincan, Maraş, Adana ve Tarsus’u kapsayan Kalender ayaklanması, 1528 yılında bastırılmıştı. Pîr Sultan ellili yaşlardaydı. Gizlenerek kurtulabilmişti. Bu arada Rumeli’ye gittiği ve buralarda Serezli Pir Sultan olarak tanındığı söylenceler arasındaydı. Müsahibi Ali Baba’dan, isyan sonu uygulanan baskıların kalmadığına ilişkin haber alınca, tekrar Sivas’a dönmüştü.
Sivas’ta ne oldu? Neler olmadı ki? Şu türkü rahmetli Ali Ekber Çiçek’in sesine sazına ne güzel yakışırdı:
Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer şah elinden ola çaresi
Türlü donlar giyer gülden naziktir
Bülbül çevreyleme güle yazıktır
Çok hasretlik çektim bağrım eziktir
Güle güle gelir canlar paresi
Didar ile muhabbete doyulmaz
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz
Münkir üflemekle çirağ söyünmez
Tutuşunca yanar aşkın çırası
Pir Sultan’ım kati yüksek uçarsın
Selamsız sabahsız gelir geçersin
Aşık muhabbetten niçin kaçarsın
Böyle midir ilimizin töresi
Halkımızın yüzyıllar içinde var ettiği söylencelerdir bunlar. Doğruluğunu yanlışlığını sormanın anlamı yok. Derler ki Hızır Paşa, Banaz köyünden çağırdığı Pir Sultan’a yemek ikram etmiş. Pir Sultan yememiş. Hızır Paşa, nedenini sormuş:
“Sen haram yedin, yetimlerin, tüyü yetmediklerin hem hakkını hem ahını aldın. Senin yemeklerini, köpeklerim bile yemez” demiş. Hızır Paşa inanmamış, Banaz’dan Pir Sultan’ın köpeklerini getirmişler. Ne var ki köpekler, Hızır Paşa’nı yemeklerine yaklaşmamışlar.
Buna sinirlenen Paşa, Pir Sultan’ı Sivas Kalesi içindeki Toprak dama hapsettirmiş. Ama bir zamanlar Pir Sultan’ın kapısında hizmet etmesini, onun “Hızır bir gün Paşa olursun ve beni asarsın” sözlerini hatırlıyor, içi bir türlü rahat etmiyormuş.
Pir Sultan’ı astırmadan önce bir kez daha huzuruna getirtmiş. Sazı eski Pir’inin kucağına bırakmış. İçinde Şah sözünün geçmediği üç şiir söylerse, kendisini bağışlayacağını söylemiş. Kâtiplerine de Pir Sultan’ın ne dediğini yazmalarını emretmiş. Pir Sultan vurmuş tezeneyi sazının tellerine, bakalım ne demiş ki, Hızır paşa ne dinlesin?
Gönül çıkmak ister şahın köşküne,
Can boyanmak ister Ali müşküne.
Pirim Ali on’ki imam aşkına,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Her nereye gitsem, yolum dumandır,
Bizi böyle kılan ahd-ü amandır.
Zincir boynum sıktı hayli zamandır,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Yaz selleri gibi akar çağlarım,
Hançer aldım, ciğerciğim dağlarım.
Garip kaldım, şu arada ağlarım,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Ilgın ılgın eser seher yelleri,
Yare selam eylen urum erleri.
Bize peyik geldi şah bülbülleri,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Bir taze sevgidir, yeni beğendim,
Anam, atam yoktur vere öğüdüm.
Kıyman beyler kıyman, ben genç yiğidim,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Pir Sultan’ım eydür: Mürvetli şahım,
Yaram baş verdi, sızlar ciğergahım.
Arşa direk direk olmuştur ahım,
Açılın kapılar şaha gidelim.
Hızır Paşa, Pir Sultan’ı bir kez daha uyarmış. Ama o bildiğinden şaşmıyormuş. İkinci deyişine başlamış:
Karşıda görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ela gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Eğer göğebüren bostan olursam
Şu halkın dilinde destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Bir bölük turnaya sökün dediler
Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Dost elinden dolu içmiş gibiyim
Üstü kan köpüklü meşe selviyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri durulmaz
Gözlerim de şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Hızır Paşa kızgınlıktan ne yapacağını bilmemiş. Başını iki yana sallamış. Bir kez uyarmayı denemiş:
“Hey Koca Abdal! Yanlış tezene vuruyor, aykırı yerlerden aykırı sesler veriyorsun. Dikkat eyle!”
Pir Sultan Hızır’ın sözlerini duymamış. Kendini öyle bir kaptırmış ki, coşum coşum coşmaktaymış. Üçüncü şiire başlamış:
Kul olayım kalem tutan ellere
Kâtip arzuhalim şaha böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin dillere
Kâtip arzuhalim şaha böyle yaz
Allah’ın seversen katip böyle yaz
Dünü gün ol şaha eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Kâtip arzuhalim şaha böyle yaz
Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Dosttan ayrılmışım bağrım delinir
Kâtip arzuhalim şaha böyle yaz
….
Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Kâtip arzuhalim şaha böyle yaz
Bazı varsayımlara göre, Pîr Sultan, Sivas’a dönmesinden bir süre sonra, Kanuni Süleyman’ın Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından 1548-50 yılları arasında asılmıştı. Koca Pîr’in asılmasını seyretmeye gelenler, Hızır Paşa’nın emrince ellerindeki taşları atmaya başlamışlar. Ama gelin görün ki, bu taşlardan hiç biri Pîr Sultan’a değmemiş. O topluluğun içinde biri var ki, Pîr Sultan’ın canının bir parçası saydığı musahibi Ali Baba’ymış. Aslında Ali Baba için için ağlamaktaymış. Bir yandan da Hızır Paşa’nın buyruğuna boyun bükenlerdenmiş.
Kıyamamış taş atmaya, Taş yerine elindeki bir gülü Pir Sultan geçerken atıvermiş. Bunu gören Pir Sultan öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki, şunları demeden edememiş:
Pir Sultan Abdal’ım canım göğe ağmaz
Hak’tan emrolmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni.”
Kolları bağlı Pir Sultan bunları söyleye söyleye darağacının başına ulaşmış. Pir Sultan, son isteği olarak kimsenin ardından yas tutmamasını gönül diliyle dile getirmiş: Bakalım ne demiş ki, Kepçeli’nin Siyaset Meydanı’na toplanan halk ne dinlemiş de kanlı gözyaşı dökmüşler:
“Bize de Banaz’da Pîr Sultan derler
Bizi kem kişi de bellemesinler
Paşa hâdimine tembih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar
Hüseyin Gazi binse gelse atına
Dayanılmaz çarh-ı felek zatına
Benden selam olsun ev külfetine
Çıkıp ele karşı ağlamasınlar
Ala gözlüm zülfün kelep eylesin
Döksün mah yüzüne nikap eylesin
Ali Baba Hak’tan dilek dilesin
Bizi dar dibinde eğlemesinler
Eğer Ali Baba sözü uyarsa
Ferman büyük yerden beyler kıyarsa
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Al’ın çözüp kara bağlamasınlar
Surrum işlemedi kaddim büküldü
Beyaz vücudumun bendi çözüldü
Önüm sıra Kırklar Şah’a çekildi
Daha beyler bizi dillemesinler
Pîr Sultan Abdal’ım coşkun akarım
Akar akar dost yoluna bakarım
Pîrim aldım seyrangaha çıkarım
Yıldız dağı seni yaylamasınlar.”
Kara haber çabuk duyulur derler, Pîr Sultan’ın asıldığı hemen Banaz’a ulaşmış. Kızı Senem saçını başını yolmuş. Öyle bir ağıt tutturmuş ki, gayri dağlar taşlar, otlar, böcekler, dar ağacına vücut veren cümle ağaçlar yaşın yaşın ağlamaktaymış:
Dün gece seyrimde coştuydu dağlar
Dağ da ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Gündüz hayalimde gece düşümde
Düş de ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Uzundu usuldu dedemin boyu
Yıldız’dır yaylası Banaz’dır köyü
Yaz bahar ayında bulanır suyu
Su da çağlar çağlar Pir Sultan deyü
Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da
Kanlı yaş akıttım baharda yazda
Babamı astılar kanlı Sivas’ta
Dar da ağlar ağlar Pir Sultan deyi
Kemendimi attım dara dolaştı
Kafirlerin eli kana bulaştı
Koyun geldi, kuzuları meleşti
Koç da ağlar ağlar Pir Sultan deyi
Pir Sultan Abdal’ım ey yüce Gani
Daim andığımız kudretin hani?
Hakka teslim etti ol şirin canı
Dost da ağlar ağlar Pir Sultan deyi
Sivaslılar Pir Sultan’ın öldüğünü, Hızır Paşa Pir Sultan’dan kurtulduğunu sana dursun. Gelin görün ki, saraydakilerin hesaplarıyla, münkirlerin yüreklerindeki fesatlar, halkın yüreğindeki inanışların gerçeklerine uymuyormuş.
O inanışlar ki, gönül bahçesindeki çiçekler gibi dillerde açı açıvermişler. Söylence söylence mazlumların üstüne umut umut esivermişler, geçtikleri dağların ovaların, köylerin, kasabaların, havasından suyundan, efsanelerinden, öykülerinden bir tat, bir koku almışlar.
Bizim illerimizde, bizim dilimizce kulaktan kulağa, yürekten yüreğe akmış akmışlar.
Yine canların canları aktarırlar ki, kara zalimin gönülleri karattığı günün ertesinde Sivas kahvehanelerinde oturanlar şöyle konuşuyorlarmış. Hızır Paşa dün sabah Pir Sultan’ı astırmış, duydunuz mu?”
“Ne asması yahu? Bu sabah ben Pir Sultan’ı Koçhisar yolunda, Seyfebeli’nde gördüm.”
Kahvede bulunanlardan birisi söze karışmış:
“Yanlışın var gardaş. Bu sabah gün ışırken ona Malatya yolunda, Kardeşler Gediği’nde rastladım.” demiş.
Onları dinleyen dördüncü kişi itiraz etmiş:
“Yoo gardaşlar. Üçünüz de yanlışsınız. Aha şu iki gözüm aksın ki, Yeni Han yolundaki Şahna Gediği’nde gördüm.”
Karşı sedirde oturan birisi, ayağa fırlamış:
“İlahi ki gardaşlar. Size mi inanayım, gözlerime mi? Ben Pir Sultan’ı bu sabah Tavra Boğazı’nda gördüm” diye seslenmiş.
Kahvede herkes ayrı bir yerde gördüğünü söylüyormuş.
“Kalkın, gidip asıldığı yere bakalım,” demişler. Darağacının olduğu Siyaset Meydanı’na gitmişler. Darağacına bakar bakmaz şaşkınlıktan küçük dillerini yuta yazmışlar. Çünkü darağacında Pir Sultan’ın yalnız hırkası asılı duruyormuş. Sözün özü, daha asıldığı günün sabahında Pir Sultanlar Anadolu’nun dört bir yanında yaşamaya başlamış
Halk Pir Sultan’ı benimsedi, düzene yönelik memnuniyetsizlik kanalında besleyip büyüttü. Halk onu benimsemese, kucaklaşmasa, kaynaşmasaydı söyleyemeyeceği şeyleri ona söyletmezdi, söyletemezdi.
Pir Sultan halkın birikimi, belleği, ortak ruhu oldu. O’nun adına söylenen deyişler bir kolektif söylemin ürünleri. Pir söyler, başka ozanlar söyler, halk söyler ve onun deyişleri, ona yakıştırılan deyişler; dilden dile çoğalır, dilden dile dolaşır.
Pir Sultan’ın geleneğiyle günümüzde de yaşadığını ve özünü bozmadan kendini yenilediğini söylememiz mümkün. 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar Banazlı Pir Sultan’ın dışında Pir Sultan Abdal, Pir Sultan’ım Haydar, Abdal Pir Sultan gibi benzer adları taşıyan birçok ozan yaşamış. Bir nehri oluşturan ırmaklar gibi hepsinin şiirleri bir bütünde toplanmış. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu gibi Pîr Sultan da halkın gönlünde beslenmiş, geliştirilmiş bir gelenek olmuş. Halk, yok edilerek susturulmak istenen bu ozanını gönlünde diriltmiş, taşımış, günümüze kadar getirmiş.

 

Yazar Hakkında

Adı Soyadı:

Mesleği:


İlginizi çekebilir

NEYZEN TEVFİK KOLAYLI

NEYZEN TEVFİK KOLAYLI

Tema Tasarım |